Sayfalar

motivasyon

Dönem dönem sabah kalkar kalkmaz, işimin başına geçmek için sabırsızlanırım . Resim yaparken çalıştığımı hissederim, yaptığım iş bana anlamlı gelir. Bir iş becermenin tatmini elde etmek için çabalarım. Çalışırken yalnızımdır ve pek kimseyi istemem. Bu çalışmanın sonunda bitip bitmediğinden emin olamadığım bir resim ortaya çıkar . Önce resimden hemen uzaklaşırım ve iki üç gün yanına yaklaşamam. Sonra karşısına geçerim. Bazen halen bitmemiş olduğunun farkına varır ve resme devam ederim. Eğer bittiğine karar verdiysem birisine gösterme ihtiyacı duyarım. Başkası resmim hakkında acaba ne düşünüyor ne hissediyor çok merak ederim.
Sanatçıların sonu belli olmayan bu işe girişmelerindeki motivasyonunun kişisel tatmin olduğundan şüphem yok. Ama bu tatmini ne yolla elde ettikleri konusunda kafam oldukça karışık. Sanat üretmenin uzun bir hikayesi vardır. İlk aşamada sanatçı yalnızdır (mesela ben hala bu aşamadayım : ) , daha sonra ürün- bu kelimeyi özellikle kullanıyorum- görücüye çıkar ve sergilenmek için yer arar. Eğer beğenilir ise koleksyonerler ve "halk" önünde sergilenir. Alıcı bulursa başka bir mekana ve kişiye ait olur ve sanatçıdan uzaklaşır-ki bu da ayrı bir hikayedir ben ona hiç girmeyeceğim.
Üreten kişiler işlerini en prestijli galerilerde sergilemek ister. Bu galeriler birçok kuramcının eleştirdiği gibi "beyaz küpler"dir: kapılarının herkese ardına kadar açık olduğu ama öyle kimselerin cesaret edip giremediği galeriler. Bu galerilerin yurtdışı ile bağlantıları vardır. Bu galeriler satar. Bu galerileri koleksyonerler de ziyaret eder. Bu galerilerde açılan sergiler gazetelerde çıkar. Peki bu galeriler geziliyor mu? Günde kaç kişi geziyor?
Bu soruları aman halkımız ne kadar cahil, işte efendim Avrupa'da herkesin evi orjinal resim dolu da biz niye böyleyiz demek için sormuyorum. Sanatçıların kendini anlatma çabası ile ürettikleri kaç kişiye ulaşıyor? Ben resimlerimi ileride bir koleksyoner alsın da evine koysun diye yapmıyorum. Hani böyle bir şey olursa kesinlikle itiraz etmem ama isterim ki bir sergim olduğunda birçok insana ulaşabileyim. Dalga geçtiğim organik tarım furyası resimlerim ile insanları eğlendireyim, düşündüreyim. Sanat yolu ile para ve prestij kazanmak tabi ki de bir tatmin ama insanlara ulaşmak kadar büyük bir tatmin olabilir mi?
Ne yazık ki günümüz sanat piyasası sanatçının asıl motivasyonunu hiçe sayıyor. Bugün bir sergi açılışına gideceğim. Çok beğendiğim bir sanatçının sergisi. Sanatçının işleri büyük, sergi mekanı ise eski tip, küçük odalı bir apartman dairesinden bozma bir alan. Açılışlarda sergi gezmenin zorluğu bir yana bu galeride işleri izleyebilmek için hiç alan yok. Daha önceki sergilerinde olduğu gibi sanatçının işlerini kimse tam anlamı ile göremeyecek. Şimdi bu serginin izleyiciler için yapıldığına beni kim ikna edebilir ki! Büyük bir ihtimalle sanatçının işleri satacak, hakkında yazılar yazılacak ki yazılmalı da çünkü bence sonuna kadar hakkediyor. Yine de bu işleri ben dahil kimse tam anlamı ile göremeyecek. Sanatçıların kimler için ürettiğini artık kestiremiyorum. Kimsenin birinci elden görmediği ama herkesin hakkında okuduğu, yazdığı ve çizdiği sanat eserlerinden bahsediyorum.
Belki de bu çıkmazı en iyi çözen İstanbul Bienalleri'dir. Son senelerde öğrencilere bedava olması ile izleyici kitlesini arttıran şehrin içine yayılan uzun dönemli bir sergi. Bienaller sponsorluklarla yürütülen büyük organizasyonlar. Görünürde satış kaygısından çok sergilemenin ve insanlara ulaşabilmenin ön plana çıkarıldığı bir organizasyon.
Bence izlenememe problemini kıran bir başka sergi mekanı da alışveriş merkezleri, metro istayonları gibi kamu alanlarının bir parçası olan galeriler. Genelde "hobici" denen kesimin işlerinin sergilendiği bu mekanlar herhelde İstanbul'un en çok gezilen galerileridir. Tabi bu galerilere koleksyonerlerin çağrıldığını sanmıyorum. Her koşulda sanat ürünlerinin bu kadar halk içinde sergilenmesinin sanat camiasında uygun görüldüğünü de sanmıyorum. Çünkü bence burada Bienial'dekinden farklı olan bir durum var: sanatçının halkın ayağına gitmesi. Bütün sanatçılar işlerine özel olarak vakit ayırılmasını ister. İnsanların işleri ile başbaşa kalabilmelerini ister. İşleri aracılığıyla izleyici ile iletişim kurabilmek ister. İşte "beyaz küpler" sanatçıya bunu vaadediyor. Peki bu vaatlerini yerlerine getirebiliyorlar mı?